Atatürk’ün Kişiliği Hakkında Kısa Hatırlatmalar

Prof.Dr.Gülnihal Bozkurt  

Atatürk, tarihte hiçbir liderde bir arada görülmeyen özelliklere sahiptir. Büyük bir stratejist, değerli bir komutan, bir devlet kurucusu, yasa koyucu, düşünür ve eğitimcidir. Ama hepsinden de önce, çok ileri görüşlü ve vatanseverdir. Yurdunu sever, ulusuna inanır.

Yıl 1907. Selanik’te Kolağası Mustafa Kemal, Yüzbaşı Fuat’tan kağıt isteyerek bir harita çizer: Bugünkü Türkiye haritası. “İşte vatanımızın haritası budur. Sakla bu kağıdı. İleride gözlerinle göreceksin”. Yüzbaşı Fuat hayretle, “İmparatorluk bu kadar mı küçülecek?” der. Mustafa Kemal  karşılık verir: “Hiç kuşkun olmasın, o kadar…”[1]

Yıl 1911. Libya, Bingazi’deki savaşı izleyen bir Fransız gazeteci şöyle yazıyor: “Mustafa Kemal realistti. Parlak projeler, göz kamaştırıcı her şey, onda bir güvensizlik yaratırdı. Büyük fikirler onu etkilemezdi. Onun amaçları sınırlıydı. İnce hesap ve uzun yargılamalardan sonra karar verirdi. “Yaklaşık” ve “genel” ile yetinmez, sağlam esaslar ve rakamlar isterdi”. İşte Mustafa Kemal’in aklı, karakteri ve yetenekleri, bir imkansızı başarmış ve Sevr’i Lozan’a dönüştürmüştür.

1918 Mondros Ateşkesi’ni takiben başlayan işgalleri bir yabancı yazar şöyle açıklar: “Büyük güçler kamp ateşinin etrafında aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi. Çünkü, Türkiye doğası gereği zengin, emperyalizm ise oburdu.” [2]

Mustafa Kemal 1919’da Samsun’a çıktığında 38 yaşındadır. “Samsun’a çıktığımda elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnızca ulusumun asaletinden doğan ve vicdanımı dolduran manevi bir kuvvet vardı. İşte ben, bu kuvvete, Türk ulusuna dayanarak işe başladım” der. Cesurdur. “Cesaret benim karakterimdir” der. “Zafer, zafer benimdir diyebilenindir” der.

I. Dünya  Savaşı’nı bitirecek Anlaşma hazırlıkları Paris’te yapılıyordu. Churchill, şunları yazıyordu:

“Türk, kötü yönetim yüzünden, bitmez tükenmez felaketler ve harplerle çökmüş, çevresinde imparatorluğu paramparça olmuştu. Fakat o hâlâ canlı idi. Göğsünde, dünyaya meydan okumuş ve yüzyıllar boyunca bütün istilacılara karşı başarı ile mücadele etmiş bir ırkın kalbi çarpıyordu. Dünyaya düzen verecek adamlar, Paris’in duvarları kumaş kaplı yaldızlı salonlarında toplanmışlardı. İstanbul’da müttefik filolarının topları altında çalışan bir kukla hükümet bulunuyordu. Lakin Türk’ün anayurdu Anadolu’nun sarp tepeleri üzerinde bir avuç insan, kaderlerinin bu şekilde tayin edilmesini kabul etmiyorlardı”.[3]

Kurtuluş savaşı tüm hızıyla sürmektedir. Türk ulusunun büyük  ve haklı bir güvenle ardında kenetlendiği  Mustafa Kemal der ki, “İnsaf ve acıma dilenmekle ulus işleri, devlet işleri görülmez. Ulusun ve devletin şeref ve bağımsızlığı sağlanamaz. İnsaf ve acıma dilenmek gibi bir ilke yoktur. Türk ulusu, Türkiye’nin gelecekteki çocukları bunu bir an bile unutmamalıdırlar”[4] ve  sadece iki olasılıktan söz eder: “Ya istiklâl ya ölüm”. Sevr’i tanımaz. 17.01.1921’de United Telgraph muhabirine verdiği demeçte, “siyasi, adli, iktisadi ve mali bağımsızlığımızı imhaya ve sonuç olarak yaşama hakkımızı inkâr ve ortadan kaldırmaya yönelik olan Sevr Antlaşması bizce mevcut değildir” demiştir. O’na göre, “Oysa Türk’ün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir.”

Kurtuluş Savaşımız, kadınıyla erkeğiyle büyük kahramanlık ve fedakarlık gösteren  ulusumuzun zaferiyle sonuçlandı. Sıra barış masasına oturmaya gelmişti. Lozan’daki havayı Başdelegemiz İsmet Paşa “… dış görünüş fırtınadan önceki tatlı yel gibidir” sözleriyle açıklar. Lozan’da Heyetimize yapılan baskılar, özellikle Kapitülasyonlar, Boğazlar, Azınlıklar gibi konular üzerinde toplanmıştı.

Mustafa Kemal, 25.12.1922’de Lozan görüşmeleri ile ilgili olarak şunları söylemiştir: “Kapitülasyonların konferansta birçok içtimaları işgal etmiş olmasının sebebini bir türlü anlayamıyoruz. Bu meselenin mevzubahis ve müzakere edilmesi bile, milli onurumuza yöneltilmiş bir hakarettir. Bunları diğer şekil ve namlar altında gizleyerek bize kabul ettirmeye muvaffak olacaklarını tasavvur ve tahayyül edenler çok aldanıyorlar.”

Atatürk, İzmir İktisat Kongresi’nde ise Lozan görüşmelerini şöyle yorumlar: “Konferanstaki muhataplarımız bizimle 3-4 senelik değil, 300-400 senelik hesapları görüşüyorlar. Osmanlı Devleti’nin tarihe karıştığını, yeni Türkiye’nin varlığını, bunu kuran milletin çok azimkâr, imanlı ve yiğit olduğunu, tam bağımsızlık ve milli egemenlikten zerre kadar fedakarlık yapamayacağını hala anlamamışlardır”[5]

Bu çelik irade Lozan’dan zaferle çıkışımızı sağladı.

Mustafa Kemal, “Lozan, Türk Milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr’le tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın sonunu ifade eden bir belgedir”[6] sözleriyle bu Antlaşmayı yorumladı.

Lozan’la Türk halkı hep devam eden bir barış dönemine başladı. Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, gerçekleştirdiği devrimlerle, hizmetine ömrünü adadığı ulusuna çağdaş bir devlet ve hukuk sistemi içinde, bağımsız, eşit, onurla yaşama yolunu açtı.

Devlet adamı Atatürk, temellerine “akıl” ve “bilim”i koyduğu Cumhuriyet için şöyle der: “Çağdaş bir Cumhuriyet kurmak demek, milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir”(1931).

Atatürk der ki,”Ölüm insanın değişmez kaderidir. Marifet unutulmamaktır.”

Atamızı saygı, sevgi ve şükranla anıyoruz.

 



[1] H.Nicolson, Peacemaking,1919,Boston,.Paul C. Helmreich, Sevr Entrikaları, Çev.Şerif Erol, İstanbul,1996,s.66-84

[2] Helmreich, a.g.e., s. 22.

[3] İsmet Giritli, Atatürk’ün 100. Doğum Yıldönümünde Kemalist Devrim ve İdeolojisi, İstanbul, 1980, s. 76.

[4] Söylev, 1978, s. 257.

[5] Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi, 1923, İzmir, Ankara, 1968, s. 253.

[6] İsmet Giritli, “Lozan Kahramanı İnönü”, Lozan’ın 50. Yılına Armağan, a.g.e., s. 38-45.